İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ

Son dönemlerde, özellikle belli bir siyasi görüşün temsilcisi olduğu fazlası ile belli olmasına rağmen, “hukuk adamı” sıfatı ile ulusal medyada dinlemek zorunda kaldığımız bazı hukukçuların, yargıyı hukuk ilminin tüm metodunun ve prensiplerinin dışına çıkarak eleştirdiğini, aksi kanaatleri ise asla kabul etmediğini görüyoruz. Maalesef basınımız da teknik konulara doğal olarak vakıf olmayan vatandaşlarımıza herhangi bir izahat yapmadan, öncesinde vatandaşı yeterince konu ile ilgili bilgilendirmeden, bu hukuk adamlarını -yalnızca kişisel yorum temaları ile- konuşturmaya devam ediyor. Vatandaşlarımızın siyasi saiklerle yapılan bu açıklamalara doğruluğu teyit edilmeden maruz bırakılması ve yargı erkinin de kuvvetler ayrılığı gereği siyasi amaçlarla yapılan tüm açıklamalara münferiden cevap verememesi yargıya güvenin tartışılmasına neden oluyor. Bu durum ise o “hukuk adamlarının” işine geliyor ve bu kötüniyetlerinin semerelerinden biri oluyor. Şöyle örnekleyebilirim:

Türk Ceza Kanunu’nun “Cumhurbaşkanına Hakaret” başlığı ile 299. Maddesi’nde düzenlenmiş olan hükme göre bu suçun işlenmesi halinde netice belirlenmiştir. Özellikle son dönemlerde sıklıkla medyada gördüğümüz üzere, bu hükmü konuşmadan, gerekçesini izah etmeden, edilen galiz küfürleri çok genel çerçeve ve şirin bir eda ile ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirmek, “hukuk adamları” adına yargıya saldırı eylemi için son derece kestirme bir yol haline geldi. Bu konu hakkında, her kanalda çok konuşan ve tanınan bir hukukçumuz var. “Cumhurbaşkanına Hakaret” ile ilgili her haberde ağzını açıp, ifade özgürlüğünden söze başlayıp, insan hakları, adalet, hakkaniyet, “korkmuyoruz” gibi müsbet cümlelerle nutkuna devam eden birisi… Birçok tanınmış siyasetçinin ve gazetecinin vekilliğini yapmaktadır kendisi. Son dönemlerdeki uğraşı da şu: İnternet haber sitelerinin okuyucuya ayrılan yorum kısımlarında yıllar öncesindeki yorumları dahi bürosundaki meslektaşlarına tek tek inceletip, müvekkillerine “hakaret” edildiği iddiası ile neredeyse binlerce kişiye suç duyurusunda bulunmak ve uzlaşma kapsamında “şüphelilerden” değerli bir miktar tazminatı talep edip, dosyayı kapattırmak.

Şunu açıkça izah etmekte fayda var: Hiç kimsenin bir başkasına hakaret etmeye hakkı yoktur. Bunu haklı kılacak hiçbir gerekçe de görmüyorum. Bahsi geçen kişinin yapmış olduğu işi de teknik olarak haklı görüyorum. Hakaret var ise karşılığı da olmalıdır. Benim hayret ile baktığım şudur: Bu kişinin siyasi olarak karşı görüşünde olan kişiye karşı yapılan eylemleri son derece masum karşılaması ve yargı sürecini de olabildiğince aşağılamaya çaba göstermesine karşın kendi cenahından birine karşı bu eylem gerçekleştirildiğinde hukuk sürecini son derece güzel yürütmesi, “ifade özgürlüğü” hakkındaki olağanüstü görüşlerini geri plana atması ve bundan hiç şikâyet etmemesidir. Yargıya şu an tam olarak bakışları budur.

Bu küçük örnek geniş anlamda ve farklı bahislerde, ülkemizde maalesef bazı kesimlerin yaşam felsefesi haline gelmiştir. Bir husus işine geliyor ise iyidir fakat iltifata katiyen gerek yoktur, menfaatine dokunuyorsa ne kadar gerekli olursa olsun bir nevi ve her halde “insan haklarına” aykırıdır. Tabi ki hiçbir gerekçe sunmaya mecbur olmadan…