İstanbul’a ne olmuş?

Geride bıraktığımız bir haftayı, Erzurum dışında, daha doğrusu İstanbul’da geçirdik…
Hani şu taşı ve toprağı altın dediğimiz şehir var ya; bildiğiniz mezbelelik halini almış… 
O tarih kokan, o kültür kokan şehir var ya, adeta beton yığınına dönüşmüş…
Elbette meseleye sadece siyaset gözüyle bakmayacağız…
Kaldıki İstanbul’un içine düştüğü durum, sadece mevcut yönetimin kabahati de değil… bugünkü yönetim de dahil olmak üzere geçmiş yönetimlerin de İstanbul üzerinde gerçekten bıraktıkları büyük bir hasar var…
Tarihi mimarinin neredeyse her köşe başında bütün ihtişamıyla boy gösterdiği İstanbul’da, o ihtişamlı tarihi gökdelen diye tabir edilen betondan mezar taşları arasında kaybolup gitmiş adeta…
Kimi ilçelerde ve semtlerde sokakları süsleyen yüzlerce yıllık çınarlar beton uğruna betondan tabut uğruna kesilip koparılmış hayattan…
Öyle yerler imara açılmış cennetten bir parça güzelliğindeki öyle yerlere inşaat çukurları kazılmış ki, İstanbul’un gözyaşlarını hissetmemek neredeyse imkansız hale gelmiş…
Keşmekeşe dönen trafiğini, kokusu adeta arşa ulaşan çöplerini, toplu ulaşım rezaletini, her sokağı her mahalleye her ilçeyi kısacası şehrin dört bir yanını adeta sarıp sarmalamış olan sığınmacıları hiç hesaba bile katmıyoruz…
İstanbul ölüyor biliyor musunuz?
İstanbul içli içli ağlıyor…
İstanbul İstanbul la adeta vedalaşıyor…
Bu anlattıklarımız sıradan bir şehirde yaşanıyor olsa üzerinde çok durmayız çözümsüz bir sorun olarak da görmeyiz…
Ama İstanbul olunca söz konusu; yutkunuyor, yutkunuyor ve yine yutkunuyoruz…
Farkında değiliz belki ama!
Biz bir tarihle biz bir mazi ile biz bir geçmişle ve biz Osmanlı’dan bize miras kalan İstanbulla vedalaşıyoruz…
Evet İstanbul!
Sana bir gün tepeden baktık; başkalarını bilmiyoruz ama senin üzüntünü boğazı akan gözyaşlarımdan anlıyoruz…