SANAYİ MAHALLESİ 10

Kavak Mahallesi’nden Sanayiye yürürken çalışan esnafı ve ustaları durup durup izlemekten büyük keyif alırdık. Demiri döven demirciyi ve bilhassa kaynak yapan ustayı. Parça demirlerden bir pencere korkuluğu, bir mezar kabini, demlik altlığı, bir beşik, daha sonraki yıllar bir dükkan çerçevesi (demir doğrama) ortaya çıkıyordu. Ustaların lama, çubuk ve profil demirleri bir plan üzere bir araya getirmesiyle ortaya çıkan her şey bir sanat eseriydi çocuk ruhumda. Meselâ pencere korkuluklarına verilen desenler, kaynatılan demir çiçekler… Tüm bu demir eserlerin beyaz bir sayfaya veya boş tuvale resim yapmaktan ne farkı vardı?

Kaynak yapan ustanın elektrotu kaynak makasına yerleştirmesinden iki demiri birbirine kaynatıp kavuşturmasına, kaynak kıvılcımlarının etrafa saçılmasına kadar her anı kaçırmadan izlemek… Kaynağa çıplak gözle baktığımızda gözlerimiz yaşarır, kanlanırdı. Ustalar simsiyah camları olan kaynak gözlüğü veya siperliği kullanır, bizi de kaynağa çıplak gözle bakmamamız gerektiği konusunda uyarırdı.

Sanayideki dükkânımızın yan komşusu Narman’ın Dazlak köyünden İhsan Emi’nin demirden küçük ev aletleri yaptığı demirci dükkânıydı. Babamın cesaret vermesiyle Sanayi Mahallesi, Endüstri Caddesi üzerindeki dükkânlarımızın bitişiğinde Oltu’nun Aktoprak köyünden Hamza Emi ve oğlu Mahmut’un yaptırdığı iki katlı yapının dükkânlarının demir doğraması İhsan Emi ve oğlu Vahdettin Usta’nın yaptığı ilk demir doğrama işi oldu ve Demirci İhsan Emi daha sonra, doğramasını yaptığı bu dükkâna taşındı. Alt komşumuzdu (Rahmetli Narmanlı Veli Ataç’ın kiracısıydı) kendisi, üst komşumuz olduSonrasında İhsan Emi artık çubuk demirden saksı, nihale, beşik, mezar, somya (sedir veya yatak iskeleti) yapmanın ötesinde yeni yeni yapılaşan Sanayi’de dükkânların demir doğramalarını, ev ve bahçelerin dış kapılarını yapmaya ağırlık vermişti.

İhsan Emi çok iyi cüz, dama, dokuztaş oynardı ve babamla oynadıkları bu zekâ oyunlarını yoldan geçen kalabalık durup izlerdi. Babamın ve İhsan Emi’nin bu oyunları bir tahtaya, saca veya betona tebeşirle çizip oynarken nasıl birbirlerini öfkelendirici sözleri ve oyun manevraları olduğunu unutamam. Biz çocuklar sanırdık ki az sonra kavga edecekler. Bu oyunları her gün tekrar tekrar oynardılar. Arada yoldan geçenler de oyuna katılırdı. Oyunun malzemeleri çakıl taşları ve cam parçacıklarıydı genelde, bazen de küçük odun parçacıkları… Büyükler çocuklarına da müsabaka yaptırırlardı, kimin çocuğu bu çizgili oyunlarda daha iyi? Demem o ki küçük yaşta başladık dama, dokuztaş ve cüz oynamaya, seyircimiz olan büyüklerin bazen kızarak bazen iltifat ederek akıl ve yol göstermesiyle. Ringdeki boksör, minderdeki güreşçi gibi hissederdik kendimizi…

İhsan Emi yaşlanıp rahmet-i Rahman’a kavuşunca Vahdettin Usta dükkânın patronu oldu ve işleri iyice büyüttü. Demir doğramanın yanı sıra yapı kooperatiflerinin kapı ve merdiven korkuluğu işlerini almaya başladı. Vahdettin Usta’nın Suat diye Dağ Mahallesi’nde oturan haflesi (kalfa), Sinan ve Saim adında çırakları vardı. Saim karşı komşu evlerinden birinin kızına sevdalandı, kız da ona kaçtı beraber Erzurum’dan gittiler. Sinan uzun yıllar çıraklık yaptı. Her daim neşeli, güleryüzlü, çalışkan, biraz da muzip biriydi. Şimdi EBB’de kamyon şoförü olarak çalışıyor. Demirci Vahdettin’in (Vaddo) dükkânında sabahtan akşama kadar Müslüm Gürses çalardı. Suat’ın tercihiydi. Bizim dükkânda da Orhan Gencebay… Bizim iş toz toprak işiydi: çimento, kireç, tuğla, kum, mozaik, alçı, nalburiye malzemeleri ve kışın kömür… Hisimizle pasımızla, tozumuz ve toprağımızla demircinin kalfası, çırağı, biz ve diğer esnaf arkadaşlarımızla öğlede kıymalı makarna, kıymalı yumurta, melemen veya yumurtalı patates gibi pratik yemekleri birlikte yapar yerdik. O yemeklerin tadını hiçbir sofrada bulamazsınız. İyice yorulmuş, iyice acıkmış olmalısınız yemeğin tadını tam alabilmek için.

Sanayiye inerken kerestecilerin o tomrukları nasıl istif ettiğini, o tomrukların nasıl farklı boyutlarda tahta haline gelişini izlerdik. Tomruklar üzerinde koşuşturmak, çam kokusunda bir tomruğa yaslanıp çimene oturup dinlenmek… Masal gibi…

Sonra gerek Kavak Mahallesi ve Gölbaşı civarındaki oto tamircilerin önünde gerekse Sanayiye inerken yol kenarına bırakılmış hurdaya çıkarılmış araçlarla oynamak büyük bir eğlenceydi biz çocuklara. O dönemler evlerimizde duvardan duvara odundan yapılı sedirler, divanlar; demirden yapılan somyalar varken ve çekyatlarla henüz tanışmazken o hurda arabaların koltuklarına oturmak haz, hayal ve ruh olarak yaşadığımız zamanın ve mekânın ötesine gitmekti. Bu hurda araçlarda, evlerde kapısı evin çocuklarına kolay kolay açılmayan misafir odalarında gördüğümüz yeşil, kırmızı kadife koltuklara kurulur, izlediğimiz son sinemayı veya okuduğumuz son çizgi romanı birbirimize anlatırdık. Hurda araçların camları da dikkatimizi çekerdi, kırıldığında yeşimlisi rengi alan araç camları mücevher gibi gelirdi bize. Koltuk kenarlarında görmeye alıştığımız başları top top olan kadife püsküllerle süslenmiş aracın tavan kenarları, ön konsol ve dikiz aynası kenarları bize bir tahtta oturuyormuşuz hissi yaşatırdı. Ya içinde renk renk taşlar varmış gibi göz alıcı vites kollarının topları… Damperli BMC’lere tırmanmak, arabalar içerisinde “iddibitti” (saklambaç) oynamak… Tüm bunlar çocukluğumuza dair efsunlu vakitlerdi.

Siteler Camisi’nin karşısındaki büfeden az gazoz kapağı toplamadık. Bazen büfenin sahibi gazoz kapaklarını biriktirir bir küçük kâğıt kâsenin içerisinde bize hediye ederdi. Ne büfe kaldı ne Ziyettin Emi’nin lokantası, ne kahvehane… Oralar yıkıldı, yerine daha büyük iş merkezi yapıldı. Evvel zamanın bizim için parkı, bahçesi, büfesi olan yerde şimdi şehrimizin en özel mekânlarından biri var: Coşkun Güveç Dünyası… Sanayi Mahallesi’nin önemli girişimcilerinden ve kanaat önderlerinden rahmetli Selami Çelik’in (Salak Selo’nun… Sanayi Mahallesi’nin yapıtaşlarından Selami Usta’ya sınır tanımaz cömertliği, girişimciliği ve cesareti nedeniyle bu lakap doğal takılmıştır. Hesap kitap yapan, itidalli veya akıllıyım diyen insanların cesaretinin ötesinde cesareti ve cömertliği olması nedeniyle) yetiştirdiği Ensar Usta’nın dişiyle tırnağıyla çalışarak kurduğu müessesenin namı artık şehirde değil tüm ülkede bilinmekte, Coşkun Güveç Dünyası Erzurum’a gelen bürokrat, siyasetçi, turist, iş adamı ve misafirlerin uğrak yeri olmuştur.  Türk matbuatının ve gazeteciliğinin önemli isimlerinden Yavuz Donat yıllar onca geldiği bu mekâna ve güveçlerine hayran kalmış ve 15 Mart 2016 tarihli köşe yazısında Ensar Coşkun’u kaleme almıştı. Ensar Coşkun’un tasarımı/konsepti özel mekânının her metrekaresinde muhakkak bir Türk bayrağı var. Siz yemeğinizi yerken kulağınıza kahramanlık ve vatan türküleri ve ezgileri geliyor. Tabi başköşede bir şehidin fotoğrafı var. Ensar Usta’nın terör şehidi amcasının oğlu Reşat Coşkun…  Sanayi Mahallesi’nden yolu geçmeyecek olanlar da bu lezzetin hatırına Sanayi sitelerine kadar geliyorlar. Bu noktada bir mekân bir mahalleyi dönüştürme, daha sosyalleştirme kudretine sahip diyebiliriz.

Ensar Usta’dan bahsetmişken Kebapçı Memmet Emi’yi de hatırlamalıyız. Sanayi sitelerinde onun derme çatma kulübeyi andıran mekânında esnaf işi tadına doyum olmaz kebabı yemeyen yoktur. Kuzu veya koyunu barakasının önünde keser, soyar, terbiyesini yapar, ertesi gün de kebabı vururdu. Evvelce sitelerin meskûn mahale doğru bitimindeydi mekânı.  Kebabpçı Memmet Emi, Tortum yolunun siteler camiine dönen bağlantı yolunun bir altındaki yolun kenarında konteynıra benzer bir kulübeye taşındı, şimdilerde duyduğuma göre yine ilk yerinde kebap yapmaya devam ediyormuş. Yeme içme mekânları esnafın ve insanların birbiriyle kaynaştığı mekânlardı.

Şurasını tartışmam; esnaf yemeği ne kadar lezzetliyse esnaf lokantalarının yemeği de diğer lokantaların yemeğinden çok daha lezzetlidir.

Sitelerin bitip meskûn mahalin başladığı yere Sanayililer “Yeni Durak” der. Yeni Durak demek  “Yağcı Hacı” demektir.  Trabzon Çaykaralı Haci Mustafa Ak ve oğulları Yaşar, Yılmaz, Sadullah ve İsmail. Sanayi Mahallesi’nde halkın şehirle intibakında, eğitimi ve kültüründe, irfanında, maddî ve manevî dayanağında çok isim sayılabilir. Ancak Ömer Usta (Keleşoğlu), Hacı Mustafa Ak, Salak Selo (Çelik), Muhtar Avni ve oğlu Fehmi Uğurlu, Cafer Burucu, Karaman Fırını (Kadir Karaman ve oğulları), Dolmuşçu Erol (Ertaş) aklıma ilk gelen isimlerdir.