SANAYİ MAHALLESİ – 1

Kavak’tan Sanayi’ye Yürüyüş

 

Sabah namazı vakti; bizim evde babamın "öğle oldu, kalkın!" sesiyle özdeşleşmiştir. Sıkça kullanılır hani: "Gün göbeğinize düştü, kalkın!" Yahut "Güneş tepeye çıktı!" gibi... Buna karşın annemin "Hacı, biraz daha uyusunlar, gece ders çalıştılar!" ricası bu sözün ardından gelirdi.

 

Babamın camiden gelmesiyle, annemin kömür tozundan ve külden yaptığı çamurla içini sıvayıp odun ve kömürle harladığı sobanın ayaklarımızı ısıtması, yüzümüzü okşamasıyla, sobanın üzerine konulan demlik, tencere ve kazan sesleriyle biz de ancak yataktan doğrulurduk. Ardından babam çoktan Kavak Mahallesi Kadı Sokak'tan sabahın sisi ve ayazında yaya olarak Sanayi'nin yolunu tutmuş olurdu.

 

Kavakla (Gölbaşı) Sanayi yolunu belki de en iyi bilenlerdenim...

O yol üzerindeki insanları, o insanların her sabah aynı güzergâhtan işlerine gidişleri ve hemen hemen aynı noktalarda karşılaşıp birbirimizi hızlıca süzmemizi ve bazılarıyla selamlaşmalarımızı... Tanışmadığımız ama artık rastlaşa rastlaşa birbirimizi tanıdığımız bu sessiz yol arkadaşlarımızı... Kimi gece mesaiye başladığı fırından eve dönerken, kimi çalıştığı lokantaya yetişme gayretinde... Kimi atını koşma hazırlığında, kimi sırtına aldığı yükle köy arabasına kadar ter kan içinde hızlı hızlı yürümede...

 

Güne başlayan at arabaları komşuların iş servisi gibi... Güne at nalı musikisi ve arabacının ahenkli ahenkli uyarıcı ıslık sesleri eşliğinde arabanın sırtında birbirine omuz omuza ve sırt sırta yaslanarak keyifli ve yüksek sesli sohbetle başlama sıradanlığı...

 

Henüz mahmur memurlar otobüs duraklarına yeni yeni gelmekte, işçiler koca servis otobüslerini şakalaşarak, birbirlerine takılarak beklemeye başlamakta...

 

Ben bilirim Kavak-Sanayi yolunda geçen zamanı, mekânların değişimini, itlerin ve atların hikâyelerini... Hamalları, sabah sporuna çıkmış yeri göğü titreten marşlarıyla koşan askerleri... Kavak'taki hanlara gelen celepleri, oynaşa oynaşa, sağa sola kaçışa kaçışa yol alan koyun keçi sürülerini...

 

O yolun her vaktini bilirim, seherini, sabahını, öğlesini, ikindisini, akşamını.... Hafta içini, hafta sonunu, pazarını... Kalabalık vakitlerini, tenhalığını...

 

Ben bilirim, Aziziye İlkokulu'nun hikâyesini, 50.Yıl Ortaokulu'nun arada kalışını, Cumhuriyet Lisesi'nin bahçesinde büyüyen futbol takımlarını... Dağ Mahallesi'nin önüne duvar gibi dikilen küçük balkonlu blokları... İmar İskân Evleri'ni... O evlerde yaşayanların öykülerini... Hangi aradan, sokaktan neyin çıkacağını... Kimlerle kavga edileceğini, kimlerden kaçmak gerektiğini...

Tren hattına inmeden dakikalarca izlediğim Jandarma Kışlası'nı ve Türk askerini ben bilirim. Bazen o askerlere bakkaldan aldığım sigaranın bir şarkı, bir mektup, bir yürek olduğunu bilirim... Tel örgüler arasından edilen sırlı muhabbeti, sevdaları…

 

Tren hattından inerken toprak yamaçtan kayıp düşmenin ne olduğunu, tren hattının dibindeki evlerden gelecek belânın nasıl savuşturulacağını defalarca tecrübe ettiğimi ve artık dövüşe dövüşe tanış olduğumuz kirli pasaklı, belâlı çocukları...

 

Sanayi sitelerinin henüz bu kadar yapılmadığı için etrafın yemlik, sarı çiçek, diken gülleriyle dolu toprak patika yollarını ben bilirim Kavak-Sanayi arasını... Siteler Cami'nin taş ustalarını izlemenin hazzını ve caminin nasıl ağır ağır yükseldiğini iyi hatırlarım... Siteler Cami'nin sobalı odamızın duvarındaki halıda bizi görkemli vakitlere götüren İstanbul camilerine benzedikçe Erzurum'un İstanbul olacağına dair beklentilerimi, hayallerimi... Bu umudu büyüdükçe kaybettiğimi ben bilirim...

 

Yol kenarında terk edilmiş araç hurdaları içinde oynarken kendimizi Yeşilçam filmlerindeki Kadillak'a binmiş Ayhan Işık sanmamızı... Kereste parçalarını alıp hızek (Kızak) yapmayı...

 

Minik bacaklarımız için uzadıkça uzayan yolda yerlerden topladığımız kuşekmeklerini yediğimizi, Gölbaşı'ndaki arkadaşlara özenip herkesten gizli aldığımız sigara paketini keresteler arasına yahut o vakitler dar ve tek gidiş geliş olan Tortum yolunun sağ tarafına henüz siteler yapılmamışken dökülen hafriyat tepelerinin içine saklayıp bir sabah bir akşam evden işe, işten eve giderken birer tane tüttürdüğümüzü ben bilirim... Sonra sigara paketimizin kaybolduğunda yaşadığımız üzüntüyü...