Sanayi Mahallesi 22

Bizim dükkânda en çok Orhan Gencebay ve Hüseyin Altın çalardı. Komşum Demirci Vahdettin Usta’nın dükkânında kalfa Suat ve çırakları, Müslüm Gürses ve Hüseyin Altın dinlerdi, diğer komşum Tuhafiyeci Emrullah da Ferdi Tayfur hayranıydı. Şarkılarını ezberlediğimiz Hüseyin Altın’ınmahallemize gelmesi hepimiz için unutulmayacak hatıralardandı. İlk gençliğimde (1980'lerde) bıkmadandinlediğim Orhan Gencebay'ın şarkılarıyla sevgi ve saygıyı, arkadaşlarım dinlediği için kulağıma gelen Ferdi Tayfur'un şarkılarıyla başka duygu dünyalarını anladığımı, Müslüm Gürses'in şarkılarıyla da ötekilerin varlığını fark ettiğimi sonraki yıllarda idrak edecektim.

 

Burada bir parantez açmak istiyorum:

 

Orhan Gencebay’ın 1993’e kadarki tüm kasetlerini alan biri olarak Müslüm Gürses’in hiçbir kasetini almadım, bile isteye dinlemedim. Dinleyen arkadaşlarım vardı. Çok isyankâr bulurdum şarkılarını -haşa- Allah'a meydan okuyan, O'nu sorgulayan... Komşulardan, caddeden sokaktan, çokça dolmuşlardan kulağıma gelirdi onun biraz sayıklamaya yakın kendinden geçmişçesine, buğulu ve yoğun efkârlı sesi... En azından mahallemizde, çokça içen arkadaşlar dinlerdi Müslüm'ü...

 

Müslüm'ü bile bile ilk defa üniversitedeyken dinledim. Batıdaki illerden (Karabüklü Erdal ve Kayserili Mustafa) gelen eli yüzü, huyu suyu temiz iki arkadaşımın Müslüm dinlemesine şaşırmıştım. Çevremde Müslüm dinleyenler genellikle bohem hayatı yaşayan, toplumun dezavantajlı gruplarından insanlardı. Müslüm'ün "Zalim" kaseti çıkmıştı ve üniversiteden sınıf arkadaşlarımın volkmanlarında bu şarkı çalıyordu hep: "Nereden sevdim o zalimi..." Bu şarkıyı sevmiştim.

 

O vakitler duruşuna, ağırbaşlılığına, şarkı sözlerindeki derinliğe ve felsefeye hayran olduğum Orhan Gencebay senede yahut iki senede bir kaset çıkarırken Müslüm birkaç kaset çıkarırdı, kıskanırdım... Yaş 17-18 Orhan'ın da "Batsın Bu Dünya"sını söylemeye dilim varmadı hiç. O şarkı da isyânkârdı. "Ben mi yarattım?" derken. "Şaşıran sen mi yoksa ben miyim, bilemedim!" derken... Daha sonraları Orhan bu şarkısının isyan halini yaptığı açıklamayla yumuşatmaya çalıştı ama... "Daha güzel, daha mutlu, daha adil, sevgi dolu bir dünya için, barış için, insanlık için batsın bu dünya!" Saçma bir cümle, yemezler… Dinlemedim… Orhan'ın kasetini en son 1992'de almıştım. 1992-1993 arabeskin bir blok olarak hayatımdan çıktığı dönem… Sonraki yıllarda herhangi bir sanatçıdan, kulağıma ve ruhuma uygun tek tük arabesk şarkılar dinledim elbette.

 

Beşir Ayvazoğlu 1992'de Atatürk Üniversitesi'nde "Arabesk / Orhan Gencebay" konulu konuşma yapacaktı. Gençlik yıllarımızda okuduğumuz kitaplar, yaşadıklarımız gördüklerimiz gibi Gencebay’ın şarkıları ve bağlaması da ruhumuza ilmek ilmek nakışlarını bırakmıştı. Sözlerindeki (diğer arabesk şarkılarına göre) derin manalar, aşk, felsefe, erdem, toplumsal vicdan gibi kavramlarla bizi ruhumuzdan yakalamıştı onun müziği. Ayvazoğlu'yla da ilk defa karşılaşacaktım. Atatürk Üniversite Kültür Merkezi’ndeki salon hıncahınç doluydu. Ayvazoğlu kürsüden oldukça ciddi bir edayla, salona çok nadir bakarak (başını metinden kaldırsa da bakışları hep boşluğaydı, salonla göz teması kuramıyordu), bir askerî beyanname okur gibi ciddi bir ses tonuyla bir metin okudu ve kürsüden indi. Hayal kırıklığı yaşadım, o günlerde Ayvazoğlu için "buz gibi kibirli bir adam" tanımı oluştu zihnimde. Eve gidip Ayvazoğlu'nun o dönem bende biraz derleme, dağınık, sentezleme eser algısı bıraktığı için su gibi okuyamadığım "Aşk Estetiği" adlı kitabını yeniden okumaya karar vermiştim. İtiraf ediyorum (o konuşmadaki beden diliyle) soğuk ve kibirli adamın "aşk estetiği"nden bahsetmesi bana zorlama gelmişti ve hâlâ o kitabına ısınamadım. (Daha sonraki yıllar Ayvazoğlu'nun her araştırmasını ve kitabını merakla ve heyecanla bekler olmuştum)

 

Arabeskin üniversitede konuşulması ve salondaki nitelikli kalabalık beni ziyadesiyle mutlu etmiş, Orhan Gencebay dinleyen biri olarak kendimi onamış, yücelmiş hissetmiştim.

Orhan Gencebay'ın 1991'de çıkardığı "Hasret Rüzgârı" kasetinde "Nikriz Rüyası" adlı şarkı vardır. Sözleri bir yana... Bir bağlama tüm makamları derdest edip tel tel çözer mi? İşte "Nikriz Rüyası" kalbin, gönlün, vaktin her halinin, makamının ve ritminin bir demlikte pişmesidir. 

Ayvazoğlu Gencebay müziği için "Akdeniz" dedi, "çok kültürlülük" dedi, "eski-yeni / doğu-batı" dedi, "Anadolu" dedi. Doğru da dedi. Evet, sadece "Nikriz Rüyası" bile Ayvazoğlu'nun dediklerinden daha çok şey dedi. Orhan Gencebay'ın parmaklarından nefes alan bağlama üç kıtanın ruhunu, zevkini, sesini birbirine bağladı gitti... Musikişinaslar ne der, bilmiyorum; ama bağlamanın muhteşem zaferi, iktidarıdır bu şarkı... Nikriz Rüyası.

 

Tüm bu şarkıların yanında Hafız Murat’ın ve Ahmet Özhan’ın kasetlerindeki tüm ilahileri, Diyanet Vakfı’nın çıkardığı kasetlerdeki ilahileri dinleye dinleye ezberlemiştim. MGV’lerden ve Ülkü Ocakları’ndan bildiğimiz marşlar ezberimdeydi. Meselâ o zamanlar meşhur olmayan Uğur Geylani Işılak’ın “Yürüyelim Yiğitler” kaseti… “Gün Batıdan Doğmadan” marşlar kaseti, Arif Nazım’ın, Hasan Sağındık’ın, Ömer Karaoğlu’nun, Eşref Ziya Terzi’nin kasetleri… Erdem Beyazıt, Necip Fazıl, Yahya Kemal, İsmet Özel, Murat Kapkıner ve birçok şiir kaseti… Ezberimde ülkemin ruh dünyasının tüm renkleri vardı. Gönlüm ve ruhum nikriz rüyasının yatağıydı adeta…

 

Tüm bu ses ve ruh zenginliklerini Sanayi Mahallesi’nde yaşıyordum.