SANAYİ MAHALLESİ -8

Sanayi Mahallesi’ne tren hattından itibaren Endüstri Caddesi’nden inmelisiniz. Sol taraf demirci kaynağı ve yanmış yağ kokar; sağ taraf çam… Sağ tarafta birbiri üzerine istif edilmiş keresteler ve tomruklardan uzun uzun kesilmiş ve site duvarına özenle ve sırayla dizilmiş poştalar Sarıkamış ormanlarının kokusunu Sanayi’ye taşımıştır. Poşta, yuvarlak tomrukların tahta, lata, kalas, beşe on, ona on gibi farklı kullanımlara hazır hale getirmek için boydan geometrik tıraşlanması sonucu (kabuklu kabuksuz) ortaya çıkan, tomruğun dış yüzeyi.

 

Şehirden Sanayi’ye inerken Endüstri Caddesi’nin sağ tarafı kerestecilerden ve marangozlardan; sol tarafı demircilerden ve oto tamircilerden oluşur.

 

Ağaç bizim inanç ve kültürümüzde hürmeti yüksek bir varlıktır. Türk kültüründeki “hayat ağacı” motifini hatırlayalım. Birçok tarihi yapıda olduğu gibi tarihi medreselerimizin (Çifteminareli Medrese, Yakutiye Medresesi) duvarında taşa işlenmiş “hayat ağacı” motifi bulunmaktadır. Göğe doğru uzanan ağaç insandaki sonsuzluk arzusunu da temsil eder. Evet, dikine doğru büyümesiyle ağaç, insana benzer. Ağacın her türlüsü Anadolu insanının nazarında cennetteki “Tûba” ağacının gölgesi değerindedir.

 

İnsanın hikâyesine en çok taş, toprak, ağaç ve ateş tanıklık etmiştir. Ağaç, taş ve toprak tüm medeniyetlerde, iklimlerde insanoğlunun barınma ihtiyacını karşılayan varlıklardır ki Allah’ın lütfudur. Sert iklime sahip Doğu’da geniş duvarlı taş evler, ağaçla tamamlanırken, İstanbul gibi şehirlerde evlerin yapımında ahşap yoğunlukla kullanılmıştır. İstanbul’da saraylar gibi devlet binaları, sultan ve paşa camileri taştan yapılmış;diğer yapılar, konaklar, mescitler, yalılar baştan ayağa ağacın işlenmiş hali gibidir. Ağaç evler… Ağacın taşa nazaran daha yumuşak huylu olması nedeniyle insan hayatında o kadar yer tutar, o kadar kullanım çeşitliliği gösterir ki kapımız, penceremiz, yatağımız, sedirimiz, dolabımız, tereğimiz, kirişimiz, soframız, sofamız, bin bir türlü araç ve gereçlerimizle birlikte beşikten mezara kadar hayatımızın her alanına giydirilen elbisemiz, yoldaşımızdır, ağaç. Evet, hem beşiğimiz hem tabutumuzdur.

 

Ağacın şahsî manevisinden midir, tarihinin insandan eski oluşundan mı, ağaçla uğraşanlar (keresteci, marangoz, oymacı, kakmacı…) -fırıncı ve demirci gibi- dinî hassasiyeti yüksek, cemaat örgütlenmelerine ve tasavvufa daha yatkın, daha mütevazı karakterler gibi gelmiştir bana. Badala dediğimiz eski medrese sıraları, rahle, camilerdeki minber, mahfil ve mihrap… Eşya, eşyanın amacının ruhaniyetini de taşır. Bu münasebetle (umumiyetle) ağacın, ahşabın ustalarında da en sert demiri ateşte kıvama getirip terbiye eden bir demirci gibi bir ruhaniyet söz konusu…

 

Keresteciler (demir, alüminyum, pvc kapı pencere, doğrama icat edilmeden evvel) geleneğin, oto tamirciler ise modern hayatın temsilcileriydi. “Oto” kelimesi geniş kullanımıyla 20. yüzyılda girdi hayatımıza, gelişen teknolojiyle sürekli önceki hali eskiyen, değişen ve gelişen bir kavram oldu. Değişim, “oto”nun karakteri, geleneği oldu. Ağaç öyle değil. On binlerce yıldır ağacın hikâyesi aşağı yukarı aynı; ağaç muhafazakâr…

 

Bizim memlekete motorlu taşıtlar yoğun olarak evvelâ askeri araçlarla devlet erkânının makam araçlarıyla giriş yapmıştır. Bu araçların ustaları da önce Birinci Cihan Harbi’nde müttefikimiz olan Almanya’dan, o ustaların Ağırbakım fabrikalarında yetiştirdiği Türk ustalarından oluşmuştur. Başta askeri araçların ve silahların olmak üzere “Karayolları, YSE, Zirai Donatım” gibi kamu kurumlarının araçlarının ve makinelerinin tamirini ve bakımını yapan ustalar emekli olduktan sonra kendi tamirhanelerini açmışlardır, daha sonra toplumda araç sayısı artınca oto tamirciliği yaygınlaşmıştır. Velhasıl teknolojinin Avrupa’dan gelmesi vesilesiyle oto tamirciliği veya sanayisi (metal) her haliyle modern çağın bir enstrümanıdır.

 

Evet, keresteciler geleneksel bir mesleğin çağımızdaki icracıları… Nasıl ki demircilerin piri Hz. Davut (a.s.), fırıncıların Hz. Zülkif idiyse kerestecilerin/marangozların piri de Hz. Nuh’tu (a.s.). Hz. Zekeriya (a.s.) ve Hz. İsa (a.s.) da marangozdu. Ağaçla uğraşmak bir peygamber mesleğiyidi.

 

Sanayi Mahallesi’ndeki Siteler Cami’nin ilk adı “Keresteciler Cami”ydi, daha sonra değişti. Caminin yapımına kerestecilerin heyecanı ve gayretiyle başlanmıştı. Cami derneği kurulup cami inşaatı ilerleyince tüm Sanayi esnafı caminin yapımına ellerinden geldiğince destek oldu. Siteler Camii’nin kuruluşundaki derneğin yönetimi (Mustafa Gözütok’un verdiği bilgiye göre) 1980’de Ülkü Ocakları’nın da başkanı olan Arslan Gözütok’un babası Mustafa Gözütok’un (Çavuş Emi) başkanlığında Ali Macit, Aziz Polat, Mecit Macit, Recep Macit, Muzaffer Gözütok, Osman Demir, Hamza Gözütok’tan oluşuyordu. Cami derneğinin başkanı ve yönetimindeki herkes “hacı” idi. Hatta her biri birkaç defa kutsal topraklara (Hac-Umre) ziyarette bulunmuşlardı.(Halen Erzurum’da Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nde memur olarak çalışan Mustafa Gözütok’un amcasının adı da Mustafa Gözütok’tu) Siteler Camii’nin kubbesindeki ve duvarlarındaki yazı kalıbı yine Oltulu olan ve yaşayan hattatların piri kabul edilen Hasan Çelebi’ye aitti. Yazıları Boyacı İsmail (İsmail Gürcan) boyamıştı.

 

Keresteciler Sanayi’deki sitelerine 1974’ten sonra yavaş yavaş taşınmaya başladılar. Daha evvel keresteciler ağırlıklı olarak Gölbaşı’nda Gümrük Hanı ve Nazik çarşı civarında, Kavak Camisi’nin karşısında ve ağırlıklı olarak Mahallebaşı’nda bugün “Bit Pazarı” olarak bilinen yerdeydi. Ayrıca Osmanlı döneminde ve 1970’lere kadar Gölbaşı meydanının adı “Oduncular Meydanı”ydı. Gölbaşı hanlar bölgesiydi. İrili ufaklı hanlarda keresteciler, marangozlar ve oduncular bulunurdu. Gölbaşı semtindeki Kuruhapan’ın üst tarafında, eski Kiremit Fabrikası’nın ve tarihi Dumlupınar İlkokulu’nun yanındaki dükkânlarda ve handa da demirciler vardı.

 

Keresticelerin çoğu Oltuluydu. Cami derneğinin yönetimindekiler dışında Sanayi’de iz bırakmış kerestecilerden hafızamızda kalanlardan birkaç isim: Mehmet Aydın (AK Parti Yakutiye İlçe Başkanı Recep Aydın’ın babası), Ziyettin Sağıroğlu (Keresteciler derneğinin başkanlığını yapmıştır), Fevzi Demir, Maksut Demir, Mahmut Yıldız, Sezai Kaba, Mustafa Yılmaz, Eşref Gözütok, Yusuf Demir, İdris Aras, Mikail Acar, Cemalettin Koç, Şaban Şahin ( AÜ öğretim üyesi Prof.Dr. Remzi Şahin’in babası), Ali Ağdaş, Hasan Kaygısız, İbrahim Şahin, Kadir ve Şahmettin Gözütok, Mustafa Yavuz (Bir süre keresteciler derneğinin başkanlığını yapmıştı)

 

Hacı Yusuf Demir sarı “Anadol” marka otomobili, fötr şapkası, dudaklarından düşürmediği ağızlığı, tütün tabakası ve tespihiyle nev-i şahsına münhasır, aykırı bir tipti. Kısa boylu, tıknaz biriydi. Sanayi’de diğer esnaflar hayata ve ticari işlere dair birçok konuda onun fikrine başvururdu. Hac’a gidene kadar sosyal demokrat bir çizgisi olan Hacı Yusuf, sitelerde başı derde düşen herkese destek olmasıyla bilinirdi. Tıpkı kendisi gibi sosyal demokrat olan Mustafa Yılmaz gibi keresteci esnafının şehirle, bürokrasiyle, devlet kurumlarıyla ilişkilerinde, iletişiminde öncü, aracı olurdu. Artvinli Yılmaz Yılmaz ise kerestecilerin kırılan hızarlarının bıçaklarını kaynak yapardı. Daha sonraki yıllarda oğulları kerestecilikle uğraşmaya başladı. Keresteci İdris Aras da nüktedanlığı ve hazır cevaplığıyla meşhurdu. Keresteci Ahmet Kıraç kitap kurduydu ve dükkânının bir bölümünü kütüphaneye çevirmişti, işten arta kalan zamanlarda muhakkak kitap okurdu. O da rahmetli oldu.

 

1980’lerden sonra Eşref Gözütok, Maksut Demir, Yusuf Demir gibi keresteciler İstanbul’a göç etti ve ticaret ağlarını daha da büyüttüler.

 

Keresteciler kabadayı esnaftı, zengin, cömert, mert, hayırsever insanlardı. Dükkânlarındaki çalı çırpıyı, hızar artıklarını, poştayı, kepeği, talaşı, ağaç kabuklarını “yakacak” olarak satabilecekken çoğu bir ihtiyaç sahibine verirdi. Dükkân dükkân dolaşıp odun toplayan fukaraları da geri çevirmezlerdi. Belki de bu yüzden keresteciler esnafının ürünleri, malları sitenin önündeki bir boşlukta istifli olurdu da hiç hırsızlık olmazdı. Sitelerde yakacak satan, halkın “oduncu” dediği esnaf yoktu. Esnaf dayanışması da çok iyiydi, kurdukları derneğin yanı sıra zor durumda kalan, iflasın eşiğine gelen komşularına o komşuları krizi atlatana kadar ciddi destek olurlardı.

 

Keresteciler Sarıkamış’tan gelen tomrukları hızardan geçirir; tahta, kalas, kalıplık tahta, çatılık tahta, 5×10 ve 10×10 tahtalar haline getirirlerdi. Marangozlar kerestecilerden aldıkları tahtalarla kapı, pencere, sandık vb işler yapardı. Keresteciler sitesinde az da olsa marangoz vardı.

 

Keresteciler ürünlerini Sarıkamış, Ardahan, Oltu, Olur ve Göle’den temin etmekteydiler ki yumuşaklığıyla en iyi işlenen ağaç Sarıkamış’tan gelen çam tomruklarıdır. Fiyatı diğer yerlerden gelen tomruklara göre daha pahalıdır. Adana’dan da tomruk geliyormuş Erzurum’a; ama çıralı ve sert olduğu için pek tercih edilmezmiş. 1980’lerde Tokat ve Erzincan’dan kavak ağacı da gelmeye başlanmış sitelere, basit işlerde kullanılan kavak ağaçları…

 

1974’te Sanayi’deki sitelere taşınan keresteciler “Sitespor” diye bir futbol takımı kurmuşlar ve bu takım tren hattının altındaki sahada maçlarını yaparmış. Keresteciler çocukluğumuzda en çok ilgimizi çeken sitelerdi. Şöyle ki oyuncak sektörü bu kadar gelişmeyip çeşitlenmemişken biz çocuklar birçok oyun gerecimizi ve oyuncağımızı ağaçtan, odundan yapardık: kızak, tek teker, çıtalı, sopa, gırgır, kılıç, kalkan vb. Namaz vakti babalar ve ustalar camiye gittiğinde çocuklar babalarının gittiği kahveye gider, kendilerini babaları gibi büyümüş ve daha değerli hissederlerdi. Caminin yanındaydı Tortumlu Fahri’nin (Çelebi) kahvesi. Keresteleri taşıyan nakliye araçları kömür tevzide olduğu gibi at arabalarıydı. Tonajlı mallar çift atlarla taşınırdı. 1970’lerin sonu 80’lerin başında keresteciler sitesinde çift atı olan Salim Emi, Osman Emi ve Nevzat kereste taşımacılığında en çok tercih edilenlerdi. At arabaları da caminin yanında Kahveci Fahri’nin kapısının önünde sıra sıra beklerdi.

 

Oto tamircileri anlatırken caminin karşısındaki lokantadan, büfeden, kahvehane ve diğer sosyal alanlardan bahsetmiştik. Bunlara ek olarak siteler esnafı caminin karşısından bugünkü Tortum yoluna bağlanan ara caddede, otobüs durağında bulunan Nuhi’nin büfesinden ihtiyaçlarını karşılardılar.

 

Sanayi Siteler Cami’nin en uzun süre imamlığını yapan Fikri Hoca’ydı. Uzun boylu, heybetli ve mütebessim bir hocaydı, rahmet ola. Müezzin de Mehmet Dursun’du. O koca caminin sanayi esnafının yaptığı koca sobasını aşkla yakar, camide olmayacağı zaman da sobanın külünü çeker, temizler, güzelce odunları doldurur, çırasını koyar ve sobanın kapağının önüne bir adet kibrit çöpü bırakırdı ve camiye ilk gelen kişi anlardı ki müezzin bu vakitte yok ve sobayı o tek kibrit çöpüyle yakar, cemaatin çoğu gelmeden camiyi ısıtırdı.

(Devam edecek)