SANAYİ MAHALLESİ 9

Demircilik Türklerin en eski mesleklerindendir. Demir Tük kültür ve medeniyetinin en temel unsurlarındandır. Nikolayeviç  Gumilov “Eski Türkler” adlı kitabında “Türkler atlarında demir üzengi ve demir teçhizat takımlarını icat ettikleri zaman kervanlar sahraları ve sarp geçitleri aşmayı başardılar.” der. Lütfi Bergen de “Bir Yol Kültürü, Türklerin Bozkır Uygarlığı” başlığıyla Dil ve Edebiyat dergisine hazırladığı makalesinde Türkler ve demircilik mesleğiyle ilgili Gumilov’a göre Türklerin asıl mesleği demircilik ve dökümcülüktür. Arkeolojik araştırmalarda Altaylarda bulunan demir metalleri Türk metalürji sanayinin örnekleri olarak kabul edilir. Türkler demiri, Altay’da buldukları cevheri eriterek elde diyor, kimyevî operasyondan geçiriyor ve yeniden işleyerek yüksek kalitede metal kütle elde ediyordu. Bu demirden keskin kılıçlar, baltalar, üzengiler, bıçaklar, gemler, kamalar, kınlar, mızrak ve ok uçları, kulplu ve kulpsuz iki tip oval tencere yapıyorlardı.” der.

 

1980 öncesinde hayatımızda fabrikasyon ürün o kadar azdı ki ev aletleri, taşımacılık, tarla tapan işleri, yapıların pencere ve kapı doğramaları, araçların parçaları vb işlerde sanatkârlar, zanaatkârlar, ustalar birbirlerinden destek alarak bir ürünü ancak ortaya çıkarabiliyordu. Ağacı kesip işleyen bir usta, ağaca gerekli demir aksan için demircinin kapısını çalardı. Aynı şekilde bir oto tamirci tornacının, tornacı da demircinin kapısını çalardı. Yokluğun ve şartların getirdiği bu durum, ciddi bir esnaf dayanışması oluşturuyordu ki bu dayanışma şehrin ticarî, sosyal ve kültürel hayatına da yansıyordu. Eskilerin “insan” odaklı hayatı hasretle andıkları günlerin dinamizmi inanç ve gelenekten ziyâde “yoksulluk kültürü”ydü. 1980’lerden sonra teknoloji gelişince, fabrikasyon mallar ve zenginlik artınca evvelâ aynı insanlar birbirinden uzaklaştı.

 

1970’lerde; önce tornacılar, oto tamirciler; sonra keresteciler en son da demirciler taşındı sanayi sitelerine… Sıcak demirci Yusufelili Abdullah (Yaşar) Usta gibi siteye sığmayan büyük demirciler meskûn mahalde kendi ihtiyaçlarını karşılayabilecek büyüklükte geniş bahçeli büyük dükkânlar yapıp oraya taşındılar. Demirciler sitelere taşınmadan evvel ekseriyetle Kongre Caddesi’yle 50.Yıl Caddesi arasında kalan ve halk arasında “Kilisekapı” olarak bilinen çarşıda bulunurdu. Demirciler sanayideki sitelere taşınmak için çok hevesli değillerdi. Çarşının merkezinden, o dönemler şehir dışına çıkmak müşteri kaybetme endişesine düşürmüştü demircileri.

 

Demirciler “sıcak demirci” ve “soğuk demirci” olmak üzere ikiye ayrılırdı. Sıcak demirciler körükledikleri ateşte demiri dövüp kesip şekil vererek gerekli araç gereci üreten demircilere, soğuk demirciler de lama, profil, sac, çubuk demir gibi demir çelik fabrikasının ürettiği demirden kapı, pencere, balkon ve pencere korkuluğu gibi kesip kaynatarak ortaya bir ürün çıkaran demircilere denirdi.

 

Sıcak demircilerin olmazsa olmaz malzemeleri şunlardı: balyoz (varyoz), ustanın “el çekici”, sıcak demir tutan “kıskaç”, döküm örs, ateşin harlandığı “körük”… Körükte kalorisi yüksek ve diğer kömürlerden pahalı olan “griple” odun kömürü yakılırdı. Demirci dükkânında sırf bu iş için bir kişi istihdam edilirdi ki bu kişiye “körükçü” denirdi. Ateşte yumuşatılan demir örsün üzerinde dövüle dövüle istenilen şekle sokulurdu ki zamanla 45 beygir gücünde, pervaneli, dinamolu, elektrikli demir dövme makineleri çıktı. Elektrikli makinelere halk “patpat” veya “şahmerdan” derdi. Endüstri Caddesi’nde bizim, inşaat malzemeleri dükkânının arkasında büyükçe bir bahçede keser, balta, kazma yapan ve mahalleye yaydığı sesle küçük bir fabrikayı andıran bir demirci vardı. Bu demirciye mahalleli ya “Patpat Yaşar” derdi ya “Şahmerdancı Yaşar Usta”… Bu demircinin olduğu sokağa da “Şahmerdan Sokak” adı koyulmuştu.  Farsça “şah” ve “verdâne/merdâne” kelimesinin birleşmesiyle oluşan “şahmerdan”ın lügatte“dikine kılavuzlanmış ağır bir demir parçası ile bunu belli bir yüksekliğe kadar kaldırıp serbest bırakarak düşmesini sağlayan bir mekanizmadan ibâret olan ve büyücek metal parçalarını dövüp şekillendirmeye, kazık çakmaya yarayan düzenek” olarak geçer. Buharlı şahmerdan, havalı şahmerdan, elektrikli şahmerdan… Hazreti Ali’ye de “Şâh-ı Merdan” dendiğini hatırlayalım. Güçlü, kuvvetli anlamında… Alevi inancında ve kültüründe Hz. Ali (r.a.) anlamında “şahmerdan” kelimesi çokça kullanılır.

 

Kilisekapı’daki demircilerin çoğu nalbanttı. Demirciler çarşısında “Nalbantlar Çarşısı” diye ayrı bir bölüm, sokak vardı. Köylünün tarım aletleri alacak kadar zenginleşmediği 1980’lere kadar toprağı işlerken, seyahat ederken, nakliye yaparken öküz, katır, at gibi hayvan gücünden yararlanılırdı. Öküzler hem çift sürer hem halkın “öküz arabası” dediği “kağnı”ları çekerdi. Katır ve at daha ziyade taşımacılıkta kullanılırdı. Hal böyleyken bu hayvanlar üretimin ve hayatın en önemli unsurlarıyken demircilerin de en yoğun yaptıkları iş “nal, mıh, üzengi, teker halkası, çift çubuğu, saban demiri, pulluk” gibi ürünlerdi. İnsanımızın çoğunlukla fukara ve köylü olduğu yıllarda demircilik adeta nalbantçılık demekti. Bir kısım sıcak demirci de “kazma, balta” az da olsa “keser” gibi el aletleri ile oldukça ağır olan eski odun kapıların, katlanabilir eski tahta kepenklerin kilit ve menteşe takımını (sille, zırza, mismar/büyük başlı çivi, mıh…) yapardı.

 

Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde Erzurum’un “demir tatlısı”ndan bahseder ve demir tatlısı için en iyi demir kalıplarının Erzurumlu ustalarca yapıldığını söyler.

 

1980 öncesinde birçok sektörde olduğu gibi demircilerin de hammadde sıkıntısı vardı. Savaştan kalan top mermileri, Ruslardan kalan tren rayları (dekovil - dar hat) ve demir traversler, sökülen inşaatlardan elde edilen hurda demirler…  Hurdacılar eski demirleri alır, düzeltir, sıcak demirci ustalarına hammadde olarak satarlardı. Ayrıca eski TMO’nun yanında, tren yolunun hemen kenarında “Demir Tevzi” vardı. Burada her esnafın ticaret hacmine göre belli miktarda demir istihkakı olurdu. İstanbul’dan, Denizli’den ve İskenderun’dan Erzurum’a trenle gelen demir malzemesi şehre demir tevziden “Ekbiçler” tarafından çekilirdi. Ekbiçler o tarihlerin meşhur “vabis”, “enter” marka kamyon ve vinç sahibiydi.

 

Bahar gelince Kilisekapısı’nın alt başından Kavakkapı’ya kadar binlerce öküz, camış, at, katır çakılmayı beklermiş. Bir de şehirdeki faytonlar, furgunlar, at arabaları, odundan çöp toplama arabaları… Kongre Caddesi’ndeki Endüstri Meslek Lisesi’nin bahçe duvarıyla Demirciler Çarşısı’ndaki kilise arasında atların bağlandığı çok büyük han vardı, belediyeye ait tüm çöp toplama arabaları orada toplanır, atlar buradaki hana bağlanırdı. Demirciler hem arabanın hem arabayı çeken atların nallarının bakımını yapardı. Evvel zamanda çöpçü kelimesi değil “tenzîfatçı/tanzîfatçı” kelimesi kullanılırdı. Eski çöp arabaları ahşaptan derin tabut görünümündeydi. En meşhur tenzîfatçı rahmetlik Uzun Yusuf’tu.

 

Nalbantlar bileği ve pazusu güçlü kişilerden oluşurdu ki aralarında nam salmış öküz, camış yıkıcıları varmış. Nalbantlar öküz ve katır için 2 milim sacdan pabuç, atlar için 13-14 milimlik çubuk demirden nal yapardı. Nal yapım işi papuç yapmaktan daha zahmetliydi. Çubuk demirler ateşte dövüle dövüle nal haline getirilirdi. Sonraki yıllarda eski araba lastiklerinden at nalı üstüne lastik çakılmaya başlandı ki at karda buzda kaymasın. Eski kapı menteşeleri şimdiki gibi değildi, odunun içine çakılmış demir halka ve ona geçen çubuk demirden oluşurdu.

 

Nalbur kelimesi de nalbantlardan mülhemdir. Her nalbant aynı zamanda mıh (çivi) kesen, kapı zırzası yapan sıcak demircidir. Sonraki yıllarda edevat, çivi, boya, keser, kürek, mala gibi el aletleri ve hırdavat satanlara “nalbur “denmiştir.

 

Kilisekapısı’ndaki demirciler çarşısının içinde ve Mahallebaşı’nda “tekerci”ler vardı, ağaçtan öküz arabası ve at arabası tekeri yapan. Öküz arabasının tekeri bir bütün odundu ve tekerin etrafına birkaç milimlik demirden halka geçirilirdi. At arabası tekeri ince olur, tekerin iç kısmında, bugünkü bisiklet tekerinin cağı gibi odundan çubuklar olurdu ve çemberden göbeğe doğru dayanak vazifesi görürdü. At arabası tekerinin halkasının altına lastikten halka geçirilirdi ki araba az da olsa esnek olsun. Sadece tekerlere halka yapan demirciler vardı.

 

Şehrin muhtelif yerlerinde bulunan garajlardaki tornacıların elindeki işi ilk işleyen demircilerdi, sonra tornacı torna ve tesviyeden geçirdiği malzemeyi oto tamircisine ulaştırırdı. Tornacıların çoğu Karadenizliydi. Makasçılar da demirci esnafıyla kolektif çalışan meslek grubuydu.

 

Bir de daha hafif demirleri eriten ustalar vardı ki bunlara “dökümcü” denirdi ve en meşhurları Tuna Usta’ydı. Tuna Usta sobaların üstünün tablasını, içinin ızgarasını dökerdi. Demircilerde en meşhur ustalar şunlardı: Deli Ali Usta (mıh ve nal yapıp satardı), gıcır para merakı olan Ermeni Yaşar Usta, Tahsin usta, Halil Usta, Nedim Usta, Sagıp Usta, Yemen Usta, Durak Usta, Lütfi Yazıcı Usta, Seyfettin Usta, Deli Muzaffer Usta, Fevzi ve Hanifi Ustalar, Hacı Kadir Usta, mıh kesmesiyle meşhur Şaban Usta, Cimilliler de denilen Kadir Usta ve Tornacı Orhan Usta, Sedi (Sadi) Tanfer Usta ve kardeşleri Asef ve Sırrı Usta, Demirciler dernek başkanlığı da yapan Hikmet Usta, Deniz Gezmiş’in amcası Nihat Gezmiş meşhur demirci ustasıydı. Nihat Usta her türlü arabanın eğilen bozulan şasesini sabah akşam balyoz vura vura düzlerdi.  Abid Usta fayton yapar, at arabalarını tamir ederdi.  Selahattin Usta elinde kapıların kilit mekanizmasını ve “frengi” denilen anahtarlarını yapardı. Yusufelili Abdullah Usta’nın yanında bir müddet çalışıp keser yapmayı öğrenen Süleyman Usta… Süleyman Usta hâlâ Sanayi sitelerinde demircilik yapmakta, yaşayan ustaların piri olarak kabul edilmektedir. Yusufelili Abdullah Usta’nın oğulları Dursun, Şevket, Hüseyin ve Kadir Yaşar da dönemlerinin iyi demirci ustalarıydı. Demirci Osman Usta’nın oğlu Veysel Usta yaptığı narlar harlıyken o kızgın nalları diliyle yalar sonra atın ayağına çakardı. Bu 1990’larda ulusal televizyonlara haber olarak çıkmıştı. Demirci ustaları arasında eskiden beri meşhur Ermeni ustalar varmış. Ramazan’da demirciler sahura kadar çalışır, gündüz öğleye kadar dinlenirlerdi.

 

Demircilere hizmet veren hurdacıların en meşhuru Nesim Malki cinayetini azmettirmekten hükümlü olarak tanınan Burhanettin Türkeş’in babası Bahattin Türkeş ve amcası Hamit Türkeş’ti. Kemal Dolayman, Sıtkı Tanfer, Fuat Can önemli hurdacılardandı. Sıtkı Tanfer hurdacılıkla başlamış daha sonra işini büyütüp en güçlü demir tüccarlarından biri olmuştu.  Tanferlerin yanı sıra Hakkı Urluoğulları, Zihni Alaftargil önde gelen demir tedarikçileriydi.

 

Netice itibariyle “nalbant, dökümcü, tekerci, kaynakçı, tornacı, makasçı, hurdacı, nalbur, demir doğramacı” ustalarının hepsine “demirci” denirdi.

 

1984’ten sonra sıcak demircilik yerini soğuk demirciliğe bıraktı tamamen. 1970’lerin sonuna doğru sanayi sitelerine taşınmaya başlamıştı demirciler. Kilisekapısı’ndaki demircilerin yerini de ağırlıklı olarak çimento, kireç ve inşaat demiri ve malzemesi satan esnaf aldı.

 

Demirciler eğlencesine düşkündü, dünyevî zevklerini ihmal etmez, belli yaştan sonra günâhları terk edip sakal bırakır ve bir dergâha intisap ederlerdi. Demirciler hafta sonu beyaz gömlek, beyaz gömleğin üzerinden pazubant takar, siyah pantolon ve yumurta topuk ayakkabı giyer bar tutar, genellikle Cumhuriyet Caddesi’nde o zamanlar Lalapaşa Camisi’nin karşısında olan Emirgan Çay Bahçesi’ne takılırlardı. Demircilerin balyoz tutan bileği güçlüydü, deli fişek gibiydi çoğu. Kavgaya tutuşacakları kişiyle herkesten uzak dövüşmek için faytona biner, şehir dışına Karskapı’ya doğru giderlerdi; ama genellikle fayton yolculuğunda barışır, kavga etmeden dönerlerdi. Kilisekapısı’ndaki demircilerin kahvecisi “Kahveci Alaaddin Usta”ydı.

 

1980’lerin ortasından itibaren demirciler -talep olmayınca- küçük ev aletleri yapmıyor, artık Sanayi tipi demircilik, sektörü ele geçiriyordu. Demirciler ahşabın yerini alan demir doğrama, ferforje, sac kepenk gibi işler yapmaya başlamıştı. Demirci ustalarının çoğu 1990’lardan itibaren de alüminyum ve pvc doğramaya geçiş yapacaklardı.